10 Eylül 2016 Cumartesi

Dünyanın Hedefindeki İslam-2 (Firavun Hanedanlığı)



Kadim dünyadan, yeni dünyaya doğru yaptığımız yolculuğumuza devam ediyoruz.

Tarihin tozlu sayfalarında dolaşırken karşıma hep kan ve gözyaşı çıkıyor nedense. Çünkü yeryüzü, kuruldu kurulalı insanlar arasında hep bir mücadele olmuştur.
Tıpkı şimdi olduğu gibi…
Çığlıklar, isyanlar, nefretler göğü doğru yükseliyor.
Güçlü olanlar, zayıfları eziyor.
Tüm bunlara şahit olurken, nedense aklıma hep kurandaki şu ayet geliyor:
Hani Rabbin meleklere:
-Ben yeryüzünde mutlaka bir halife yaratacağım demişti.
(Melekler)Demişlerdi ki:
-Orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Biz, sana hamd ederek noksan sıfatlardan arılığını söylemede, seni kutlamadayız ya;
Allah:
-Ben, sizin bilmediğinizi bilirim demişti.( Bakara-30)

                                                                     *      *      *

Burada iki önemli nokta var.
Melekler, insanların yeryüzünde kan döküp, bozgunculuk yapacağını nereden biliyorlardı?
Kur’an tefsircileri bunu iki şekilde cevaplıyor:
Birincisi, insan ırkından önce yeryüzünde cinlerin var olduğunu ve bunlarda tıpkı insanlar gibi yeryüzünde bozgunculuk yaptıklarıdır.
Böylece Allah (c.c) onları helak edip yerleri insan ırkını getirdi.
Bu olaya şahit olan Melekler, insanların da tıpkı cinler gibi bozgunculuk yapacaklarını tahmin ettiler.

İkincisi ise, Meleklerden birileri Levh-i mahfuz (her şeyin yazılı olduğu levha) ‘u okudular. Orada insanlık tarihinin; kan ve gözyaşından ibaret olduklarını gördükleri için böyle bir itirazda bulundular.
Dünyanın yaşına da bakacak olursak; bence ikinci yorum daha makul görünüyor Allah-u âlem.(Doğrusunu Allah bilir.)

Neyse gelelim ikinci meseleye:
Allah (c.c), meleklerin, Orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?”  İtirazına; “Ben, sizin bilmediğinizi bilirim.”  Diyerek cevap veriyor.
Yani mutlak Hâkim ve tek güç olan Allah (c.c), bu konun bizi aştığını söylüyor.
Tabi bunun sırrını da ancak o bilir, o yüzden, “Neden bunca kan ve gözyaşı dökülüyor, tanrı bunları görmüyor mu?” diyen insanlara da bir cevaptır aynı zamanda.
Yarın mahşerde işin aslı astarı nedir, göreceğiz.
Bilinmeyenler ancak o zaman bilinir hale gelecek.

                                                                    *      *      *

Neyse biz yine kadim dünya bir göz atalım.
Kadim dünya, Firavunların, Nemrutların, Karunların zulmüyle sürüp gitti.  
O günlerden bu güne gelindiğinde bile zulüm hiç değişmedi.
Hatta gittikçe daha da artmaya başladı.
Ve insan daha da acımasızlaştı.
Fakat bana sorarsanız bunların aralarında en azılı ve en sistematik olanı hiç şüphesiz ki, Firavun’dur.
Peki, neden firavun?
Çünkü Firavun’u iyi tanırsak, bu günkü mevzuları anlamamız biraz daha kolay olacak.
Çünkü bu gün yaşananlar hep aynı Şeytani aklın bir ürünü…
Firavun, Nemrut’un zalimliğinin; Karun’un zenginliğin vermiş olduğu kibrin ve Calut’un boyu sebebiyle böbürlenişinin bir toplamıdır diyebiliriz.
Hatta bunların daha da fazlası…
Firavun, bunlardan çok daha farklıydı.
Çünkü o gücünü, baskıyla ve zorba bir sistemle koruma çalıştı.
Böylece hanedanlığını otoriter bir sistem kurumaya çalıştı.
Hatta gücü ve parayı korumak adına aile dışında evlilikler yapılmayıp, aile içi evlilikler bile yapıldı. Gücü ve parayı hep kendileri için biriktirdiler.
Firavun Hanedanlığı, dünyaya hükmetmek; diğer ifadeyle küresel bir güç olmak istiyordu.
O yüzden diğer bütün insanları kendilerine hizmet eden, birer köleler olarak görüyorlardı.
Firavun, Allah’ın kanunlarının üstünde de bir otorite kurmuştu kendine.
Ve kendisine tebliğe gelen, Musa Peygamberi dinlemiyor; dahası ona ve takipçilerine eziyet ediyordu.
Çünkü iktidar ve güç başını öylesine döndürmüştü ki, sonunda ilahlığını bile ilan etti.
Artık buna bir “dur,” denmeliydi.

Allah (c.c) elçisi, Musa Peygambere: “Firavun'a git. Çünkü o iyice azdı”.( Tâ-Hâ / 24 ) diye vahyetti.
Musa Peygamber, defalarca Firavun’un kapısın gitmesine rağmen; yine gitti.
Allah (c.c) Musa’ya,  bu sefer yanına kardeşi Harun’u da almasını ister.
 Ve Musa Peygamberi ve Harun’u: "Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp düşünür veya içi titrer, korkar." (Taha-44) diyerek tebliğ metodunu bildirir.

Devam edecek…

2 Eylül 2016 Cuma

Yeni Dünya’nın Kurtları

Yeni Dünya’nın Kurtları


Elimde, “İngiliz Derviş’in Yazarından” etiketiyle Mehmet Hasan Bulut’un ‘Yeni Dünya’nın Kurtları’ kitabı var.
İsminden den anlaşılacağı üzere kitap, ‘Yeni Dünya Düzeni’ hakkında çarpıcı bilgiler sunuyor okura. Özellikle bu tür kitaplara vakıf biri için çok fazla ilgi çekici yönü olmazsa da, yeni araştırmaya başlayanlar için oldukça bilgilendirici bir kitap.
Hem kitabın ismi hem de kitap kapağındaki kuzu postundan çıkan kurt amblemi, nereden geliyor diye soracak olursak, kitapta Febian Cemiyeti bölümünde bundan bahsediyor:
“Shaw,1910 ‘ da, Fabian Cemiyeti merkezine konulması için cam bir tablo yaptırmıştı.”
….
“Bu resimde en dikkat çeken husus, Shaw ve Webb’in arasına yerleştirilen, cemiyete ait kuzu postuna bürünmüş kurt logosudur.”

Kitap, ‘Kuzu Postuna Bürünmüş Kurtlar’ ve ‘Derviş Postuna Bürünmüş Kurtlar’ diye iki ana bölümden oluşuyor. Konular gereksiz ayrıntılara boğulmadan, genel bilgiler içeriyor. Bu da okuru sıkmıyor.

Peki, kitap hangi konulara değinmiş biraz ona bakalım:
Tapınak Şövalyeleri’nden, Fabian Cemiyeti, Yuvarlak Masa, Cesur Yeni Dünya, Tavistock Enstitüsü gibi belli başlı konulara değinmiş. Bu kirli cemiyetlerin dünyayı nasıl hâkimiyet altına aldıkları ve ülkemizdeki ayakları nasıl faaliyetlerde bulunduklarını anlatıyor.
En çok ilgimi çeken bölüm ise, Ollwer’in yazmış olduğu, ‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’  adındaki ütopik romanı hakkındaki iddialardı.
Yazar, romanın bir ütopyadan ibaret olmadığını, günümüz dünyasını yansıttığını söylüyor.
Yaşananlara bakılırsa, başımızda hep bir, ‘Büyük Birader’ olduğu aşikârdır.

Kitabın, ‘Derviş Postuna Bürünmüş Kurtlar’ bölümünde ise, daha çok İslam dünyası üzerinde oynanan oyunlardan bahsetmiş. Özellikle Şeyhler ve Tasavvuf yoluyla İslam”a sızıp, tasavvufu İslam’a karşı bir silah olarak kullanmaları insanı ürpertmiyor değil.
Yeni Çağ Dini, Kadim Felsefe, İmam-ı Rabbani ve Gelenekçiler diye başlıklardan oluşuyor.
Özellikle de, İmam-ı Rabbanin tasavvuf üzerine söylediği sözlerin İslam tasavvufunu anlamak açısından büyük bir önem arz ediyor. Onun bu tespitleri, tasavvufun içini boşaltıp, yerine Yahudi Kabbala’sına yaklaştırmaya çalışanların önüne büyük bir set koyuyor.

Okunmaya değer bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Kitap arka kapağı

Çoğumuz fark etmesek de dünya, son bir iki asırda hızla değişti. Ahlâk, din, tarih, siyaset, sanat anlayışımız; konuştuğumuz dil; yaşadığımız mekânlar; aile ve iş hayatımız; kılık kıyafetimiz; zevklerimiz, fikirlerimiz vs. Hiçbir şey eskisi gibi değil… Dün için anormal olan bir şey, bugün normal kabul ediliyor ya da tam tersi.
Peki, bunun sebebi nedir? Binlerce yıldır üç aşağı beş yukarı aynı kalan dünya, neden şimdi değişiyor? Bu inkılâp, tekniğin ilerlemesinden kaynaklanan tabii bir seyir mi; yoksa birileri tarafından organize edilen kontrollü bir değişim mi? Eğer organize ediliyorsa, bunu yapanlar kimler ve maksatları ne?
Eskisinin enkazı üzerinde Yeni Dünya’nın inşa edildiği bir zamanda yaşıyoruz. Bu inşanın temelleri ihtilallerle atıldı; tuğlaları ise inkılaplarla konuyor. Açılışı da muhtemelen yine bir ihtilalle olacak.
Mimarları ‘görünmez bir hükumet’ olan ‘Yeni Kudüs’ü görmek çok zor. Çünkü bu krallık sadece dışarıda değil, zihinlerimizde de yükseliyor. Görebilenler; bir şekilde aynı kalabilmiş ‘eski kafalı’ insanlar. Bizler, sürü halinde hareket eden koyunlarız; çobanlarımızı, ihtilallerde kaybettik. Bu kitap ise size, bizim kılığımızda, aramızda dolaşan kurtları anlatıyor.”